Kimler hatta?
Toplam 3 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 3 Misafir :: 1 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 182 kişi Perş. 15 Ara. 2016 - 15:23 tarihinde online oldu.
MUHAMMED (S.A.S.) EFENDİMİZ HEM NEBÎ’LERİN, HEM RESÛLLERİN SONUNCUSUDUR!
1 sayfadaki 1 sayfası
MUHAMMED (S.A.S.) EFENDİMİZ HEM NEBÎ’LERİN, HEM RESÛLLERİN SONUNCUSUDUR!
Mustafa Akkoca
MUHAMMED (S.A.S.) EFENDİMİZ HEM NEBÎ’LERİN, HEM RESÛLLERİN SONUNCUSUDUR!
Kur’ân-ı Kerim’de, Sevgili Peygamber’imize has isimlerinden, “Muhammed” ismi çeşitli vesilelerle 4 âyette geçmektedir;
1- Muhammed ancak bir Peygamber’dir. Ondan önce de Peygamber’ler gelip
geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski
itikadınıza) mı döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah’a hiçbir
şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri
mükâfâtlandıracaktır.” (Âl-i İmran 3/144)
2- “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinn babası değildir. Fakat o,
Allah’ın Resûlü ve nebî’lerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla
bilendir.” (Ahzâb/23/40)
3- İman edip yararlı işler yapanların, Rab’leri tarafından hak olarak
Muhammed’e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini
düzeltmiştir.” (Muhammed 47/2)
4- Muhammed Allah’ın Resûlüdür. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere
karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rukûya varırken,
secde ederken görürsün, Allah’tan lutuf ve rıza isterler. Onların
nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasfıdır.
İncil’deki vasıfları öyledir. Onlar filizini yarıp çıkmış, gittikçe onu
kuvvetlendirerek kalınlaşmış gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine
benzerler ki, bu ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları
çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp
iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfât vâdetmiştir.” (Fetih
49/29)
Kur’ân-ı Kerim’de doğrudan hitap şeklinde, “Yâ Muhammed!” tarzında
kesinlikle herhangi bir hitap yoktur. Oysa ki, Kur’ân-ı Kerim’de zikri
geçen nice nebî ve resûl vardır ki, Cenab-ı Hakk kendilerine doğrudan,
“Yâ Âdem!, Yâ Nuh!, Yâ İbrahim!, Yâ Mûsa! Yâ İsâ!” tarzında doğrudan ve
isimleriyle hitap etmiştir. Peygamber’imizin Mübârek isimleri başka
vesilelerle ve gıyabında zikredilmiştir.
Yine Kur’ân-ı Kerim’de, “Ey Nebî” tarzında hitap pek çok yerde geçerken,
sadece iki âyet-i Kerime’de, “Ey Resûl!” tarzında kendisine hitap
edilmiştir.
1- Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “inandık” diyen
kimselerden ve Yahudiler’den küfr içinde koşuşanlar (ın hâli) seni
üzmesin. Onlara durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen (ba’zı)
kimselere kulak verirler, kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler.
“Eğer size şu verilse hemen alın, o verilmezse sakının” derler. Allah
bir kimseyi şaşkınlığa (fitne) düşürmek isterse, sen Allah’a karşı onun
lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek
istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve âhirette
onlara mahsus büyük bir azap vardır.” (Mâide 5/41)
2- Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan
O’nun resûllüğünü yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.
Doğrusu, Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.” (Mâide 5/67)...
Kur’ân-ı Kerim’de bir âyette de, Sevgili Peygamber’imizin İncil’de geçen
adı “AHMED”de zikredilmiştir. “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey
İsrailoğulları! Ben size Allah’ın Resûlüyüm. Benden önce gelen Tevratı
doğrulayıcı ve benden sonra gelecek “Ahmed” adında “Ulülazîm” bir Resûlü
de müjdeleyici olarak geldim” demişti. Fakat, o kendilerine açık
deliller getirince; bu apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saf 61/6)
Kur’ân-ı Kerim’de bir âyet-i Kerime’de de, Sevgili Peygamber’imiz, “Abd”
Allah’ın sevgili kulu olarak geçmektedir. “Bir gece kendisine
âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i
Harîm’den, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah
noksan sıfatlardan münezzehtir. O gerçekten işitendir, görendir.” (İsrâ
17/1)
Buraya kadar meallerini verdiğim âyet-i Kerimeler’de, Sevgili
Peygamber’imiz ba’zı yerde Nebî, ba’zı yerde Resûl, ba’zı yerde de hem
Nebî, hem Resûl olarak geçmiştir.
Cenab-ı Hakk’ın yeryüzüne insanların hidayeti için gönderilen
Peygamber’lerin bir kısmı Nebî, bir kısmı hem nebî, aynı zamanda da
Resûl’dür. Kendisine vahiy verilen-her Peygamber nebî’dir, vahiyle
birlikte kendisine Sahife ve Kitap gönderilenler ise hem Nebî’dir, hem
Resûl...
Sevgili Peygamber’imiz kendisine bütün Sahife ve Kitap’ların
tamamlayıcısı Kur’ân-ı Kerim indirilmesi hasabiyle hem Nebî’dir, hem de
Resûl’dür...
Peygamberimizin nebî’lik vasfı, diğer bütün Peygamber’lerle müşterek
vasfıdır. Resûllük vasfı ise bu Peygamber’ler arasında seçilmiş,
kendilerine Sahife ve Kitaplar indirilmiş sayılı Resûllerle birlikteki
müşterek vasfıdır...
Kur’ân-ı Kerim’de, Sevgili Peygamber’imizi diğer Nebî ve Resûller’den ayıran bir başka Alâmet-i Fârikası daha vardır:
“Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları O Resûle O Ümmî
Peygambere (Nebî’ye) uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği
emreder, onları kötülükten nehyeder, onlara temiz şeyleri helal, pis
şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O
Peygamber’e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla
birlikte gönderilen nûr’a (Kur’ân’a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa
erenler onlardır.” (A’raf 7/157)..
“De ki, Ey İnsanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin
sahibi olan Allah’ın Resûlüyüm. Ondan başka Allah yoktur. O diriltir ve
öldürür. Öyle ise Allah’a ve Ümmî Peygamber olan Resûlü’ne -ki, o,
Allah’a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O’na uyun ki, doğru yolu
bulasınız.” (A’raf 7/158)
(Yukarıdaki âyetler’de geçen “Ümmî” kelimeleri okuma yazma bilmeyen
karşılığında kullanılmıştır. Resûlüllah Efendimizin bâriz ve fârîk
vasfıdır. Allah-u Teâlâ’nın O’nu bu vasfıyla açıklaması Ümmî olduğu
halde ilmin bütün kemâlatına sahip olmasındandır, ki, bu da O’nun
hakkında bir başka mu’cizedir. Resûl vasfı Allah’a izafeten, Nebî vasfı
kullara nisbetledir. Allah’ın elçisi olması bakımından “Resûl”,
insanlara Allah’ın emirlerini ulaştırıp bildirmesi bakımından da
Nebî’dir, kendisini diğer nebî ve resûllerden ayıran vasfı da “Ümmî”
olmasıdır.
Bütün bu yukarıda arzolunan sebeplerle, Nebî, Resûl ve Ümmî vasıfları
Sevgili Peygamber’imizde içtima ettiğine göre, O, nebî’lerin sonuncusu
olduğu gibi aynı zamanda Resûllerin de sonuncusudur.
Ba’zı Dâl ve Mudîl, zındıklar, “Kur’ân-ı Kerim’de, “Muhammed sizin
erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve
nebî’lerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab
23/40) âyet-i Kerime’sinden hareketle, “Peygamberimiz, nebî’lerin
sonuncusudur, fakat resûllerin sonuncusu değildir,” demektedirler.
Tam bir mugalata! Nübüvvet ve risâlet vasıflarının müşterek sahibi olan
bir Zât’ın bu vasıflarından birisinin sarahaten zikredilmiş olması,
diğerinin de bizzarûre ve biliktizâ zikredilmiş olmasıdır. Eğer,
“Hâtemü’l-Mürselîn” olarak zikredilmiş olsaydı, bu da aynı zamanda,
“Hâtemü’l-Enbiya” demek olacaktı. Bahse bile değmez...
http://www.oncevatan.com.tr
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz