Kimler hatta?
Toplam 11 kullanıcı online :: 0 Kayıtlı, 0 Gizli ve 11 Misafir :: 1 Arama motorlarıYok
Sitede bugüne kadar en çok 182 kişi Perş. 15 Ara. 2016 - 15:23 tarihinde online oldu.
Yörük zalif ağanın altınları
1 sayfadaki 1 sayfası
Yörük zalif ağanın altınları
İsmail detseli
Yörük zalif ağanın altınları
Göçerlerin yaylalara çıkma zamanıydı. Hazırlıklar başlamış, yeni çadırlar dokunmuş her şey göç için hazır. Oba tek ve iki bölmeli bir çadırdan oluşuyordu. Baba Zalif Ağa ile eşi Seyyide Hatun Oğlu Kara Mehmet eşi ve iki çocuğu yola hazırlar, bu yıl Toroslar’ın eteklerinde kış erken bitmiş ve bahar bütün ihtişamı ile nisanda yaza gülümsemeye başlamıştı bu kara Zalif aşiretinin öyle fazla davar ve malı yok olanlar beş deve iki boduk bir kel yani kötü eşek bir güzel yağız atları var. Erkenden Mayıs ayının sonları Haziran başlangıcı hemen yola çıkıldı. Bu oba Sarıkeçili aşiretinden görkemli saygın bir ağa olan Zalif Ağagillerden Kara Mehmet mütevazi bir yörük, kendisini Konya yöresinde herkes tanır o da Gülnar Mut Ermenek Karaman derken dağlarda fazla oyalanmadan hemen Meram Gökyurt Gilissira köyünün dağlarını bulur. Yassıtaş Çokarap, Coşyatağı, Musabey bu yörelere oturur başka yere göç etmez. Yazı buralarda geçirir, herkesten sonra sahile döner, değerli bir Yörük ağadır.
Ben de bu yukarıda saydığım Gilissira’nın dağlarında çobanım. Köyün yozunu yani akşam eve gelmeyen dağda ağıllarda yatan sığırını güdüyorum. Sabah erken kalkan sığır karnını doyurur ve bu yörüğün oturduğu obanın üstünde bir büyük kaya kütlesi var. Oraya halk dilinde göbeleklik derler. Yüksek serince bir yer, suyu da var. Sığırlar oraya çekilir burada kendilerine illet olan bir böcekten (böcek göbelek denen bir sinektir) ancak böyle bir yerde korunurlar.
Sığırlar oraya yattı mı, ben 4-5 saat boş kalırım. Sohbet edecek adam ararım, o günlerde dağlarda adam bulunmaz, ancak yaylalarda kadınlar körpe kuzu güden çocuklar ya da davar çobanları olur. Yalnız bu çobanlarda gece sabaha kadar koyun yaydıklarından o saatlerde uyku uyurlar biz de ancak Yörük Kara Mehmet ile arkadaşlık ederiz. Onun için hemen Mehmet Ağa’nın yanına varırım o sigara içer ben içmem. Ağa bir sigara dolar, “gel bakalım çoban İsmail” der bana. Eski hikayeler de anlatırdı, bir gün yine bir hikayeye başladı ki aman ne hikaye uzadıkça uzadı. Mehmet Ağa davar gütmeye ben de sığır gütmeye gitmedik. Yalnız bir şansımız vardı, güttüğümüz mallar bir kurda kuşa rastlamazsa zarar görmeden davar çadıra sığırlar da tokata (sığırın yattığı ağıla tokat denirdi) gelirlerdi ve öyle de oldu o bizi birbirimize bağlayan vazifeden bile vazgeçiren hikaye şuydu.
Kara Mehmet anlatıyor: Benim dedemin babası ona da Kara Zalif derlermiş. Bunlar da bizim gibi göçer aileler hep de aynı yerlerde otlakiye alırlarmış. Dedemden dinlemiştim diye başladı Mehmet ağa söze, çadırlar gözendi yani tamir edildi. Develer hazır döl bitmiş kuzu anasına uymuş göç yolu görünmüştü. Babamın dedesinde bir tedirginlik var, bir türlü obaya yaklaşmıyor. Obayı kurduğumuz yerlerin kıyılarında dolanıyor, çok telaşlı bir hali varmış. Nenem bu durumdan kuşkulanıyo emme dedeme de bi şey diyemiyo çünkü dedem sert ve oldukça kazak bir herifmiş.
Yine sizin bu dağlara doğru geliyorlar ama dedem de o tedirginlik devam ediyor. Bazı değişik hareketleri oluyor. Nenem babama “aman oğlum bu babana dikkat et bunda bir değişiklik var” diye tembih ediyor amma dedem uyanık adam ser verip sır vermez cinsinden. Günlerden bir gün, sizin dağlara gelip çadırlar kurulur. Dedem her gün obadan 500 metre veya 1 kilometre uzakta bir yere gider orada oturur, ilginç şeylerle uğraşır, nenem görür takip eder amma bir türlü düğümü çözemez. Nihayet “buradan obayı kaldırın seydişehir dağlarına doğru gidelim, burada ot azaldı mallar doymuyor” diye sudan bahanelerle obayı kaldırıp yola koyuluyorlar. Vardıkları yerde ot ve suyun az olmasına rağmen obayı orada son güz aylarına kadar tutuyor ve alışılmadık zor ve soğuk bir mevsimde dönüş için izin veriyor. Obanın büyükleri bu tehlikeyi ve zor durumu bildikleri halde onu kırmamak için zorluğa katlanıyorlar. Böyle yola revan olurken bir gece ansızın bir tipi bastırıyor, çadır kurma fırsatı bile olmadan bir büyük taş kütlesinin altına sığınıyorlar.
Nihayet sabahı güzel dağlar oluyor, kötü günler iyiye dönüyor. Sabah yola çıkıyorlar amma koca Yörük Zalif Ağa bilmem yaptığı aksilikten bilmem soğuktan hastalanıyor.
Yörük geleneğinde hastası olan oba, hasta iyi olana veya hak vaki olana (ölene) kadar yoldan kalır. Onlar da öyle yaparlar ama ne yazık ki o koca çınar Zalif Ağa bir ikindi vakti evlad-ı ıyalini yanına çağırır onlara bir şeyler anlatmak ister ama sözlerini tamamlayamadan hakkın rahmetine kavuşur.
O gilissira dağlarında yaptığı acayip işleri anlatmak isterse de tam başaramaz ve bunca yıldır kazancı olan ve sarı liraya çevirdiği olanca iki çömlek altınını gömdüğü ve dönerken almayı ümit ettiği yeri evlatlarına tarif edemeden ölür gider.
Gel zaman git zaman bu ailenin göç hayatı yine eski usül devam eder ama bazı şartlar değişmiştir. Onlarda da bazı değişiklikler olmuş daha yeni yürümeye başlarken çoban adayı olan çocuklara biraz daha özgürlük sunulmuş. Bu çocuklar oynarken dedelerinin gittiği ve altınları gömdüğü yerleri nineleri çocuklara tarif eder, acılarını da dile getirirmiş.
Nihayet sene 1948 veya 1950’lerde bu oba yine Gökyurt yani Gilissira dağlarına gelmişler. Dedelerinin altın sakladığı dağlarda çadır kurmuşlar. Bakmışlar bereketli bir yıl ot su bol orada biraz fazla kalmaya karar vermişler. Vermişler de olanlar bundan sonra olmuş bakalım ne olmuş.
Göçer Kara Mehmet Ağa bana bunları 1957-58 yıllarında anlatıyor. Mehmet Ağa zamana uygun bir ağa yine eski ata isimlerini çocuklarına vermekle beraber bazı yenilikler de yapmış. Misal dededen devam eden Zalif ismi yerine küçük oğluna Salih ismini verirken nineden kalma ismine de Seyyide yerine daha yeni olan Seyhan ismini koymuş. Salih 7 yaşlarında okul çağı gelmiş Seyhan da 5-6 yaşlarında. Daha küçük oğlu Cemre ise henüz 2 yaşlarında Salih ile Seyhan otağın civarlarında oyunlar oynuyorlar, Cemile ninenin kontrolünde obadan pek fazla uzaklaşmıyorlar. Geceleri çadırda otururken dede ve ninesinin anlattığı o eski altın masalları, hatıralarını akıllarından çıkaramıyorlar. Bazen de “Dedem altınları hangi taşın altına sakladı ki kız Seyhan?” diye abisi ile konuşurlar. Bizim bu yörelerde insanlar küçücükten kendi işlerini kendileri görmeye alışırlar. İşte bunlardan birisi de doğal otlardan sakız yapmaktır. Salih ile Seyhan annelerinden gördükleri bu işi becermek için bezkulak denen otun dibini kazıp kökünü meydana çıkardıktan sonra o kalınca otun kökünü bir bıçakla kesip süt çıkmasını sağlarlar. O süt bir gün süre ile kuruduktan sonra yüzündeki süt hem sertleşir hem de kahverengi bir renk alır tabi bir çok ot kazılıp kesildiği için hepsinin sütleri toplanır, sakız haline getirilir önce çiğnerken acı olan bu süt sertttir ve çiğnedikçe hem yumuşar hem de beyazlaşır. Aynı zamanda bir de insan için şifa kaynağıdır. Çünkü o sakızı çiğneyen insanların, çocuk çoluğun hiç karnı ağrımaz ve grip de olmazlar. Böyle de şifaları vardır.
Neyse biz konumuza dönelim. Ortasından ikiye bölünmüş çok büyük yassıca bir beyaz taş vardır, üzerinde de şekilli şekilsiz bir çok işaret. Ama bunlar kimseye bir bilgi verecek ve şüphe uyandıracak şeyler değildir ve bizim yıllar önce buralarda parayı toprağa gömen Zalif ağanın çokça oturup uğraştığı bir yerdir.
Aradan belki yüz belki ikiyüz yıl geçmiş toprak aşınmış, o belirsiz işaretler bulunan taşın çevresinde aşiretin küçükleri Salih ile Seyhan bu taşın altında bitmiş olan sakız otunun dibini kazmaya başlarlar. Çünkü ot çok kuvvetlidir, sütü de ona göre fazla olur diye düşünürler. Otun dibini Seyhan kazarken toprak da bir boşluk meydana gelir ve toprak yerin dibine doğru akmaya başlar. Seyhan abisine seslenir “Abi gel burada büyük bir delik açıldı” der. Salih gelir bakar ki hakikaten toprak içeriye doğru delinmiş, o da kazmaya başlar ve delik genişler. Bakarlar ki toprağın altında bir çömlek görünür. Hemen Salih uyanık sak bir dağ çocuğu orayı tekrar toprakla kapatır ve koşarak obaya yani çadıra nenesine koşar, “Nine nine biz hordaki taşın altında gömülü bir çömlek bulduk inanmazsan gel bakalım, hadi” derler ama çok tecrübeli olan Cemile nine otur “Oğul akşam olsun, deden baban gelsin gidip bakalım sakın ha oraya bir daha varmayın sizi orada şeytan çarpar” diye de uyarır. Aslında dedelerinin gömdüğü altın çömleği olduğunu Cemile nine de anlamıştır, lakin o yörede yanlarında köyden insanlar ve kadın çoluk çocuklarda vardır onlar da davar ve at eşek yaymaktadırlar. Onun için Cemile nine akşamın olmasını bekleyecek ve beyine, oğluna durumu izah ederek dede altınlarına salimen kavuşacaklardır.
Akşam olup el ayak çekildikten sonra beyler çadıra gelir. Ve Cemile nine çocukları daha fazla sabırsızlandırmadan beylere der ki: Ağalar bugün herhalde büyük bir mucize ile karşı karşıyayız. Yine de fazla telaşa kapılmayın emme dede Zalif’in gömdüğü hazineyi torun Salih bulsa gerektir. Sabah beri bana bir taşın altında çömlek bulduklarını söylemeye çalışırlar. Ben hem eller evine çekilsin hem de siz gelesiniz diye bunları eğledim, hadi birer besmele çekin de çocukların hazinesine bir bakalım.
Taşın yanına varırlar. Gösterilen yeri kazdıklarında bir değil iki çömlek altınla karşılaşırlar ve çömlekleri iki yüz yıllık yataklarından kaldırıp çadıra getirirler. Ve Cemile nine şöyle dörtlükler kurar:
Zor olurdu bize göçün yolları
Helalden kazandık çünkü onları
Ölen Zalif ağanın hazinesini
Yıllar sonra buldu bak torunları
Yapımız toprak, sonumuz toprak
Yoktur bu dünyada canlıya kalmak
Paranız da yoksa çalmak ve çırpmak
Allah geri verir nesline onları
Haydin buradan çıkalım
Dağlara çadır açalım
Yerleşik mekân tutalım
Hak emreder bize bunları
Bu yıl bu dağlardan göçelim
Buz gibi sulardan içelim
Artık şehre yerleşelim
Hayal edelim bu dağları
Yörük Zalif Ağa’nın sarı altınları
Dağlarda çok zor kazanmıştı onları
Yormuştu koca Yörükü Torosların yolları
Çömleklerle dağlara gömdü de gitti
Zalif Ağa’da başlamıştı bir tedirginlik
Gönlünü sarmıştı cimri zenginlik
Serdede var idi zaten efelik
Altınları yiyemeden toprağa gömdü
Aslında bir belirtiler yapmıştı
Ümmi idi ama taşa bir şey yazmıştı
O taşın dibini çok geniş açmıştı
Sırrını söylemeden aldı da gitti
Kimselere demeden sakladı bunları
Onun yolu idi Konya ve Toros dağları
Haramı olmayan kazanç hiç boşa mı gider
Aslına sahip oldular bak torunları
Toprakta Zalif Ağam sen çok rahat ol
Cennete götürsün bu gittiğin yol
Paran yıllar sonra nesline döndü
Kıyamete kadar orada huzur bul
Mal ile insanın dertleştiği yer
Kötüyle iyilerin eşleştiği yer
Yaylada sular bize hayat veriyor
Buralar işte etlerin sertleştiği yer
der ve o sene de bu tatlı ormanlarda yaşadıktan sonra artık yerleşik düzene geçerler. Aydın civarlarına giderek orada hayatlarını devam ettirdiklerini işittim. Sağlarına uzun ömür, ölmüşlerine rahmetler dilerim. Bu da şairden bir öykü vesselam…
http://www.ismaildetseli.com
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz